Nasrettin hoca ile ilgili bilgi
Nasreddin
Hoca
Türk halk bilgelerinden olan Nasreddin
Hoca 1208 ile 1284 yılları arasında Halk deyimiyle, duyuşsal alanlara hitap
eden inceliği ve yürekten davranarak gülmece türünde halklara karşı ön
olmuştur. Eskişehir ilimizin Sivrihisar ilçesinde Hortu yöresinde doğmuştur. Konya
Akşehir'de vefat etmiştir. Annesi ve babası Hortu köyündendir, adı Sıdıka Hatun, Babası ise Hortu köyünün imamı
Abdullah Efendidir, Nasreddin Hoca Sivrihisar'da öncelikle medrese eğitimi
almıştır. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya gelerek köyün imamı olmuştur. 1237
tarihinde Nasreddin Hoca Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid
Hacı İbrahim'in derslerine katılmış, İslam dini ile ilgili çalışmalarını devam
ettirmiştir. Bir rivayete göre de medresede eğitim vermiş, kadılık görevlerinde
bulunmuştur. Bu görevleri nedeniyle kendisine Nasuriddin Hoca olarak tanınmakta
ve bu şekilde söylenmektedir.
Nasrettin Hoca'nın yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan üst düzey seviyede aşırı sevgi nedeniyle, bir çok söylenti dile getirilmektedir, bundan dolayı daha çok olağanüstü özellikler kazanmıştır. Tüm bu rivayetler ışığında, Nasrettin Hoca'nın Selçuklu sultanlarıyla tanıştığına dair, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğuna dair kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğuna dair ve birkaç yerde birden göründüğüne dair bilgilere ulaşılmaktadır.
Nasreddin Hoca'nın kıymeti, içinde bulunduğu olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın Nasreddin Hoca'nın söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülmektedir. Nasreddin Hoca'ya ait olduğu ön görülen gülmecelerin incelenmesinden, bu incelenmede geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre Nasreddin Hoca belli bir dönemin değil tüm anadolu halkının hayat felsefesini, güldürü elemanını, alay ve eğlenme çeşitlerini, övgü ve yergi kazanımlarını dile getirmiştir.
Nasreddin Hoca'nın ilgili gülmeceleri oluşturan
öğelerin odağı sevgi, hoşgörü,
yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişki yaşama,
Nasreddin Hoca bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal,
vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişikili niteliklere
bürünmektedir. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma,
gülmecelerinin egemen elemanıdır. Bu elemanlar Anadolu insanının, bazı olaylar
karşısındaki tutumunu yansıtan, düşünce dünyasını oluşturur.
Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan bir
gülmece merkezi olarak ortaya çıkarılmaktadır. Söyletilen kişi, söyletenin
ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurmuş
olur.
Nasreddin Hoca, tüm gülmecelerinde, soyut bir varlık
olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir şekilde
ortaya çıkar. Olay durumunda duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirmektedir. şahit olduğu meseleler
genel olarak halk arasında geçmektedir. Hoca, soyluların, yüksek saray etrafındaki
bulunanların aralarına ya çok az girer ya da hiç girmez. Sözgelimi onun
tanıştığı söylenen Selçuklu hakanları ile ilgili gülmecesi bulunmamaktadır.
Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan daha önce yaşadığı için, sonradan türetilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi oluşturulmuştur. Burada yerilen, dolaylı olarak kendini toplumun, halkın üstünde gören saray yaşayanlarıdır.
Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun karekterinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden uzak tasavvur edilemez. Nasreddin Hoca'nın taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın sembolüdür. Soyluların, sarayların etrafında üretilmiş gülmecelerde eşekten bahsedilmez, oysa at geniş bir yer tutar.
Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan daha önce yaşadığı için, sonradan türetilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi oluşturulmuştur. Burada yerilen, dolaylı olarak kendini toplumun, halkın üstünde gören saray yaşayanlarıdır.
Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun karekterinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden uzak tasavvur edilemez. Nasreddin Hoca'nın taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın sembolüdür. Soyluların, sarayların etrafında üretilmiş gülmecelerde eşekten bahsedilmez, oysa at geniş bir yer tutar.
Bu konuda başka bir çelişki sergilenir. Gülmecede
güldürücü öğe ile yerici öğe yanyana getirilir. Bunun örneği de kendisinden
eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını
duyan köylünün "işte eşek
ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi
inanacaksın benimkine mi" demesidir.
Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret"
le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları",
"Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir
inanç karşısındaki duyguyu açığa çıkarır. Toplumda neye önem verildiğini
anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Nasreddin Hoca'nın dilinde, halkın
tepkisini göstermektedir.
Nasrettin
Hoca ile ilgili Fıkralar
Ya Tutarsa
Nasreddin
Hoca azığını heybesine koyup yola çıkmış. Öğlen vakti Akşehir gölü kenarında,
bir ağacın altında oturmuş. Ekmeğini, zeytinini ve bir çanak yoğurdunu gölgede
keyifle yemiş. Yoğurt çanağını gölde çalkalarken birisi görüp sormuş.
- "Ne
yapıyorsun Hoca ?"
-"Göle
maya çalıyorum" demiş Hoca.
Adam
üstelemiş :
- "İlâhi Hoca, göl maya tutar mı hiç ?"
- "İlâhi Hoca, göl maya tutar mı hiç ?"
-"Ben
de biliyorum tutmayacağını, ammaaa ya tutarsa !..."
İnsanlar gibi düşünür
Nasreddin
Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp
kalarak yanındakilere sormuş:
- "Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?"
- "Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?"
- "Bu
papağandır" demişler, "konuşur."
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- "Kaça hindi ?" diye sormuşlar.
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- "Kaça hindi ?" diye sormuşlar.
- "On
beş altın" demiş Hoca.
- "Bir
hindi on beş altın eder mi ?" demişler.
-
"Görmüyor musunuz !" demiş Hoca; "yumruk kadar papağanı on iki
altına satıyorlar."
- "Onun
marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ?" diye sormuşlar.
- "O
düşünmeden konuşur" demiş Hoca ; "Bu da insanlar gibi düşünür."
Oğlumun babası öldü de
Bir gün
Nasreddin Hoca'yı siyah elbiseleriyle görenler:
- "Ne
oldu Hoca efendi" demişler, "bu gün karalar giymişsin?"
-
"Oğlumun babası öldü de ..." demiş Hoca, "O'nun yasını
tutuyorum."
Bindiği dalı kesmesi
Nasreddin
Hoca, köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış, elindeki balta ile
bindiği dalı kesmeye başlamış.
Görenler :
-"Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!" diye bağırmağa başlamışlar.
-"Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!" diye bağırmağa başlamışlar.
Hoca kesmeye
devam ederek seslenmiş:
-"Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de, ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum, neden hâlâ akıl edemiyorsunuz!!!..."
-"Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de, ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum, neden hâlâ akıl edemiyorsunuz!!!..."
Hanımla Muhabbet
Hoca bir gün
karısına :
- "Hatun" demiş, "Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi ?"
- "Hatun" demiş, "Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi ?"
-
"Kendin söyledin ya, efendi" demiş karısı, "Mehmet ağa."
- "Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim." demiş Hoca.
- "Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim." demiş Hoca.
- "A
efendi" demiş karısı, "kendin çarıkçı demedin mi?"
-
"Anlasana işte" demiş Hoca, "nerede oturuyor demek
istedim."
-
"Efendi, bugün sana ne oluyor?" demiş karısı "Komşu" dedin
ya..."
Hoca birden
sinirlenmiş.
- "Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!"
- "Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!"
Sesimin Arkasından Koşuyorum
Hoca ikindi
ezanını okumağa başlamış. O sırada bazı komşuları evlerinin önlerinde
birbirleriyle konuşuyorlar, sanki ezan sesini duymuyor gibi davranıyorlarmış.
Aslında O komşular camiye de pek sık gelmiyorlarmış. Hoca sesini biraz daha
yükseltmiş, amma bakmış ki fark eden bir şey yok. O tarafa doğru koşmaya ve
koşarken de ezanı okumaya devam etmiş.
O
komşulardan birkaç kişi Hoca'ya bir şey olduğunu düşünerek yanına koşuşup
sormuşlar :
- "Ne oldu Hoca Efendi, niçin koşarak ezan okuyorsun.?"
- "Ne oldu Hoca Efendi, niçin koşarak ezan okuyorsun.?"
-
"Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de; arkasından
koşuyorum" demiş.
Gönlüm razı olmadı
Nasreddin
Hoca, kasabadan Kur'an-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir
çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.
Yolda
Hoca'yı görenler :
- " Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?" diye sormuşlar.
- " Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?" diye sormuşlar.
- "Ne
yaparsın" demiş Hoca, "zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı
çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı
olmadı."
Kim Daha Büyük
Hoca'ya:
- "Efendi" demişler, "padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?"
- "Efendi" demişler, "padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?"
-
"Çiftçi büyük elbet" demiş Hoca ve eklemiş; "Çünkü çiftçi buğday
yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür."
Mevsimlerden yakınanlara
Bir
toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri:
- "Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar." demiş.
Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca :
- "Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?" demiş.
- "Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar." demiş.
Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca :
- "Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?" demiş.
Öğüt:
Olayları bir bütün olarak değerlendirebilmek olgunluk belirtisidir. Dünyayı
insanlar için sonsuz güzelliklerde ve sonsuz bir ilâhi sanatla yaratan ve her
an varlıkta tutan Rabbimize teşekkür etmeyi, şükretmeyi unutmayalım.
Su dediğin böyle olur
Nasreddin
Hoca bir yaz günü yolculuk ederken, öğle vaktine doğru bir hayli susar. İlerde
bir göl görür. Şöyle kana kana su içmeyi düşünerek gölün kenarına gelir,
avucunu doldurur, hızla bir kaç yudum
yutar; amma
midesi bulanır, tükürmeye çalışır. İlk defa karşılaştığı bir su olan Acıgöl'ün
sodyum sülfatlı suyu midesini berbat etmiştir.
Hoca civarda
aranırken küçük bir su kaynağına rastlar. Suyun tatlı su olduğunu anlayınca,
önce ağzını iyice çalkalar, sonra da kana kana su içer, Eşeğini de sular.
Şakır şakır
dalgalanan Acıgöl'e şöyle bir bakar, su içtiği kaynaktan avucunu doldurarak gölün
kenarına gelir;
-
"Cimri zenginin zekâtsız malı gibi şişinip durma!... Su dediğin böyle
olur" diyerek avucundaki suyu şak diye gölün yüzüne savurur.
Öğüt : Yerinde ve zamanında yapılmış
ikramın küçüğü, büyüğü olmaz. Allah'ın rızasını kazanmak için fırsatları iyi
değerlendirelim.
Ben küçük yangınlara karışmam
Kasabanın en
zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi
olduğunu sanırmış.
Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış.
Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış.
Süslü ve
pahalı elbiseler giyer, gururla dolaşırmış.
Nasreddin Hoca'nın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa;
-"Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı" der bilgiçlik taslarmış.
Bir gün Murat ağa'nın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hoca'ya ve cemaate hitaben:
- "Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim" diye feryat eylemiş.
Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle:
- "Bak komşu, Kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahirette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan korkmayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir adamın böyle ufak bir yangın için telâşı da ne demek olur!" demiş.
Nasreddin Hoca'nın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa;
-"Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı" der bilgiçlik taslarmış.
Bir gün Murat ağa'nın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hoca'ya ve cemaate hitaben:
- "Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim" diye feryat eylemiş.
Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle:
- "Bak komşu, Kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahirette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan korkmayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir adamın böyle ufak bir yangın için telâşı da ne demek olur!" demiş.
Birinin anası ağlayacak
Hoca'nın
oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca
yanına gidince :
- " Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım" demiş. " Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!"
- " Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım" demiş. " Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!"
Hoca oradan
ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış.
Oğlu :
- " Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak" demiş.
Oğlu :
- " Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak" demiş.
Hoca eve
canı sıkkın dönmüş.
Karısı :
- "Hayrola efendi, yüzün neden asık" demiş.
- "Benimki bir şey değil" demiş Hoca; "Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak".
Karısı :
- "Hayrola efendi, yüzün neden asık" demiş.
- "Benimki bir şey değil" demiş Hoca; "Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak".
Hamam bahşişi
Hoca bir gün
hamama gider. Hamamcılar onunla hiç ilgilenmez, eski bir peştamal, yırtık bir
havlu verirler. Hoca sesini çıkarmaz. Hamamdan çıkarken uzatılan aynaya yüklüce
bir bahşiş bırakır.
Bir hafta
sonra aynı hamama geldiğinde, bu kez büyük ikramlar görür, fakat çıkarken aksine
pek az bir bahşiş bırakır.
-"Efendi"
der hamamcılar, "gösterdiğimiz o kadar ilgiye, saygıya karşı bu kadarcık
mı bahşiş verilir?"
-
"Bugün verdiğim, geçen haftanın bahşişiydi" der Hoca, "geçen
hafta verdiğim de bugünkü hizmetinizin karşılığıydı. Böylece ödeştik !"
Acemi bülbül
Hoca bir
gün, yol kenarındaki hayrat ağaçlardan birine çıkmış, incir yemeye başlamış.
Yanından geçen bir yolcu seslenmiş:
- "Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?"
- "Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?"
- "Ben
bülbülüm" demiş Hoca.
Adam :
- "Öyleyse öt bakalım" deyince, Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış.
- "Öyleyse öt bakalım" deyince, Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış.
- "Bu
ne biçim bülbül sesi yahu", demiş adam. "Bülbül hiç böyle mi
öter."
- "Ne
yapalım" demiş Hoca, "acemi bülbül bu kadar öter!"
Akıl sır ermiyor
Hoca'nın iki
yüz akçe parası kaybolmuş. Bulunması için dua etmeye başlamış. O sırada
Akşehir'in zenginlerinden birinin bindiği gemi yolda fırtınaya tutulmuş.
"Eğer sağ salim memleketime varırsam Hoca'ya iki yüz akçe vereceğim"
diye adakta bulunmuş.
Adam
kurtulup gelmiş, Hoca'yı bulup parayı vermiş.
Hoca bir
süre düşündükten sonra:
- "Allah'ım bu ne dolambaçlı yol! Bu parayı ben nerede yitirdim, Sen bana nerede buldurdun ! ... İşine gerçekten de akıl sır ermiyor" demiş.
- "Allah'ım bu ne dolambaçlı yol! Bu parayı ben nerede yitirdim, Sen bana nerede buldurdun ! ... İşine gerçekten de akıl sır ermiyor" demiş.
Saz çalması
Hoca'ya
sormuşlar :
- "Saz çalmayı bilir misin?"
- "Saz çalmayı bilir misin?"
-
"Bilirim" demiş.
-
"Buyur, çal bakalım" diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca
mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmağa, tuhaf sesler çıkarmağa
başlamış.
- "Saz
böyle mi çalınır a Hoca?" demişler, "parmaklar perdeler üzerinde
gezdirilir, mızrap tellere
vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar."
vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar."
- "
Perdeleri bulamayanlar öyle çalar" demiş Hoca; " Ben sazı elime alır
almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim."
Mesele çatallaştı
Kasabalılar,
Nasreddin Hoca'ya Kadı'dan yakınmışlar : "Kadı efendi çok menfaatçi bir
adam. Aynı suça bazen beraat, bazen de çok ağır ceza veriyor. Hak hukuk
tanımıyor, nereden menfaati varsa o taraftan oluyor. Münafık bir adamdır.
Bundan nasıl kurtuluruz" demişler.
Hoca durumu
mülki amirlere bildirmişse de, onları pek inandıramamış. "Nasıl ispat
edersin"? demişler.
Hoca'mız,
Kadı efendinin tanımadığı bir müfettişin kendisine gönderilmesini ve beraberce
Kadı'yı ziyaret etmelerinin yeterli olacağını mülki amire, (vali'ye) anlatmış.
Kabul etmişler.
Kararlaştırılan
günde müfettiş bey kasabaya, Nasreddin Hoca'nın konuğu olarak gelmiş. Kimliğini
gizli tutarak, kasaba eşrafından beş altı kişiyle beraber kadı efendiyi
ziyarete gitmişler.
Hoş beşten
sonra, Hoca , Kadı efendiye :
-"Efendi" demiş. "Kırda sığırlar yayılırken bir alaca inek, -sanırım sizinki- bizim ineği karnından boynuzlayıp öldürmüş. Buna ne gerekir ?"
-"Efendi" demiş. "Kırda sığırlar yayılırken bir alaca inek, -sanırım sizinki- bizim ineği karnından boynuzlayıp öldürmüş. Buna ne gerekir ?"
-
"Bunda sahibinin ne kabahati var ?" demiş Kadı, "hayvandan kan
davası edilmez."
Hoca sözünü
değiştirmiş:
- "Yok yok yanlış söyledim, bizim inek sizinkini öldürmüş !"
- "Yok yok yanlış söyledim, bizim inek sizinkini öldürmüş !"
Bunu duyan
kadı efendi hızla yerinden kalkıp, raftaki Kanun kitabına uzanırken;
- "Haa mesele şimdi çatallaştı, bakalım kara kaplı kitap ne diyor?" demiş.
- "Haa mesele şimdi çatallaştı, bakalım kara kaplı kitap ne diyor?" demiş.
Bulmanın keyfi
Nasreddin
Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış.
Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hemen bir tellâl tutmuş. Şöyle
bağırtmağa başlamış :
- "Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim."
- "Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim."
- "Hoca
efendi" demişler, "eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye
arıyorsun ?"
- "
Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!" demiş Hoca;
"Eşeği
bulup getirene mükâfat olarak o eşek yeter."
"Gençliğimi
bulup getirene bütün servetimi veririm."
"Cenneti
bulsam, canımı da veririm."
İp olur
Köylüler
EYYÛB ismini, Eyip, İyip, iyp gibi bozuk şekilde telâffuz ediyorlarmış.
Bir gün
Nasreddin Hoca vaazında:
- "Ey Müslümanlar! Oğlunuz olursa adını sakın Eyyûb koymayın. Halkın dilinde çokça söylene söylene, incele incele İp olur" demiş.
- "Ey Müslümanlar! Oğlunuz olursa adını sakın Eyyûb koymayın. Halkın dilinde çokça söylene söylene, incele incele İp olur" demiş.
Belki ağaçtan öteye bir yol düşer
Mahallenin
çocukları Nasreddin Hoca'ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını
kurmuşlar. "Hoca'yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz
şaka yapalım" diye düşünmüşler. Hoca'nın yoldan geçeceği saatlerde,
uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca'yı beklemeye başlamışlar.
Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar :
-
"Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kutraramadık. Bize yardımcı
olur musunuz?" demişler.
- "Hay
hay" demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye
başlamış.
Çocuklar :
- "Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?" demişler.
- "Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?" demişler.
-
"Belli olmaz ki evlâtlarım" demiş Hoca; "Bu iyiliğime karşı
Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder."
İkinizin arasında gidiyorum
Nasreddin
Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca, sağında Kadı efendi,
solunda Tüccar efendi, hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri
geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri
konusunda söz dokundururmuş.
Makamına
güvenip , kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi , Hoca'ya:
- "Sana da lâf yetişmez ki" demiş, "İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki , en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün."
- "Sana da lâf yetişmez ki" demiş, "İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki , en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün."
- "Yok
canım, abartıyorsun, bak ben haddimi nasıl biliyor, muzırla yaban öküzünün
arasında gidiyorum." demiş.
Şu koca tasla
Nasreddin
Hoca , yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile
anlatmaya, kavratmaya çalışmış.
"Ahiret
hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada
da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada
karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz.vs." diye
anlatmış.
Bakmış
mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti :
- "Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim" demiş.
- "Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim" demiş.
Hocanın
evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş;
- "Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik."
- "Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik."
İçerden
Karısı :
- "Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok." diye seslenmiş.
- "Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok." diye seslenmiş.
Hoca içeri
gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt
bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş.
- "Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim" ! ...
- "Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim" ! ...
O zamanda ben bulunmadım
Nasreddin
Hoca, « işlerinin çokluğu, dünya telâşeleri, hastalık, sağlık vs gibi » çeşitli
bahanelerle ibadetten birçok zaman kaytaran birileri ile sohbet ediyormuş.
Mazeretleri de bir sürü imiş. Bir ara söz yemekten, içmekten açılmış.
-
"Bugünlerde canım bir helva yemek istiyor ki!... Bir türlü pişirip de
yiyemedik" demiş, Nasreddin Hoca.
- "O
kadar zor bir şey mi helva pişirmek, a Hoca" demişler.
- "Ne
yapalım" demiş Hoca. "Şeker ve un bulundu, tere yağı bulunmadı. Tere
yağ ve şeker bulundu, un bulunmadı. Un ve tere yağ bulundu şeker
bulunmadı."
- "Hiç
bir araya getiremedin mi bunları?" demişler.
-
"Hepsinin bir araya geldiği de oldu," demiş Hoca. "Amma o zaman
da ben bulunmadım."
Ördek çorbası
Nasreddin
Hoca erkenden yola koyulmuş. Akşam hava kararmadan gideceği köye varmak için
acele ediyormuş. Öğle vaktine yaklaşırken, bir pınarın başında durup, hem
namazını kılmak hem de kuru peksimetten ibaret olan azığını yemek istemiş.
Pınara yaklaşırken, yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce, "Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem diye düşünmüş." Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken, ördekler Hoca'yı fark edip uçmuş, kaçmışlar.
Hoca pınarın başına oturmuş, çantasından peksimetini çıkarmış, suya batıra batıra yemeye başlamış. Oradan geçen bir yolcu :
Pınara yaklaşırken, yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce, "Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem diye düşünmüş." Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken, ördekler Hoca'yı fark edip uçmuş, kaçmışlar.
Hoca pınarın başına oturmuş, çantasından peksimetini çıkarmış, suya batıra batıra yemeye başlamış. Oradan geçen bir yolcu :
-
"Afiyet olsun Hocam, ne yiyorsun ?" demiş.
Hoca,
peksimetini suya batırırken :
- "Ördek çorbası" demiş.
- "Ördek çorbası" demiş.
Bu karanlıkta
Nasreddin
Hoca'nın bir konuğu gece yatısına kalmış. Adam zayıf inançlı biriymiş. Ben
görmediğime inanmam, Ahirete gidip gelen var mı? Görülmeyen şey bilinir mi?
gibi şeyler dermiş.
Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu, diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş.
Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu, diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş.
Bir süre
sonra Konuk;
- "Hoca efendi, sağ tarafındaki mumu yakar mısın" deyince :
- "Hoca efendi, sağ tarafındaki mumu yakar mısın" deyince :
- "Sen
deli misin be birader" demiş Hoca, "bu zifiri karanlıkta ben, sağ
tarafımı nasıl bileyim!"
Buna değmiş, buna değmemiş
Nasreddin
Hoca'nın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde
ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş.
Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise, "Su
testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa
dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri
getirmeye uğraşmayayım" diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana
gitmiş.
İşe
koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş.
Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş.
Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş.
Ormana
gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca :
- "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş.
- "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş.
Öğlen
vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta
su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına.
"Ona değdi, buna değmedi" diye diye attığı bütün karpuzları yemiş.
Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını
yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş
karpuzların kabuklarına ve birde delikanlı'ya bakmış :
-
"Suphanallah, bak , becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk,
senin çişini sana yedirdi! ..." demiş.
Söylediğine, söyleyeceğine...
Köylünün
biri, diğerinin kuzusunu çalmış, kesip yemiş. O da onun keçisini aşırmış, kesip
yemiş.
Nasreddin
Hoca olayı incelediğinde kimin ne yaptığını fark etmiş.
Olayın
kahramanları bir gün çayhanede oturuyorlarken, keçinin sahibi keçisini övmeye
başlamış:
- "İki arşın tüyü vardı, gerdanı üç karıştı, başı şöyleydi, gözleri böyleydi vs" diye hayvanını methediyormuş.
- "İki arşın tüyü vardı, gerdanı üç karıştı, başı şöyleydi, gözleri böyleydi vs" diye hayvanını methediyormuş.
Keçiyi kesip
yiyen bu abartmalar karşısında çok sıkılmış. Amma ne yapsın, adam susmak
zorunda.
Nasreddin
Hoca, keçiyi çalıp kesen adama dönmüş :
- "Yahu, bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de, bu adam söylediğine, söyleyeceğine pişman olsun."
- "Yahu, bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de, bu adam söylediğine, söyleyeceğine pişman olsun."
İpe un sermişler
Komşusu
Hoca'dan urganını ( yâni kalın ipini ) istemiş.
Hoca içeriye
girip çıkmış.
- "İp boş değil" demiş, "kadınlar üstüne un sermişler."
- "İp boş değil" demiş, "kadınlar üstüne un sermişler."
Komşusu:
- "Bu nasıl iş efendi?" demiş, "hiç ipe un serilir mi?"
- "Bu nasıl iş efendi?" demiş, "hiç ipe un serilir mi?"
-
"Serilir" demiş Hoca, "vermeye gönlün olmayınca ipe un da
serilir."
Kazan doğurdu - kazan öldü
Kasabada
tefeci bir adam varmış. Başı sıkışan birine para verirse getirdiği güne göre
faizini hesaplayıp alırmış.
Günün birinde bir komşusu bu tefeciden büyük kazanını emanet istemiş. Almış. İşini görmüş. İade ederken de içine bir küçük kazan koymuş. Sahibi emin olmak için sormuş.
- "Bu tencere ne?"
Komşusu; "Senin kazan doğurdu" deyince hemen sahiplenip tencereyi almış.
Birkaç zaman sonra komşusu yine büyük kazanı emanet istemiş ve almış. Kazanın sahibi aradan on - on beş gün geçtiği halde kazanının geri gelmediğini görünce, kazanını istemiş.
- "Kazan öldü" diye bir cevap almış. Hiddetlenmiş. Mahkemeye kadıya başvurmuş.
O sıralarda N. Hoca , Kadı'lık görevi yapmakta
imiş. Davalı ve Davacıyı dinledikten sonra :
- "Senin kazan, doğuran kazan olduğuna göre ölmesi de gerekir," diye hükmetmiş.
Adam hiddetle:
- "Hiç kazan ölür mü kadı efendi ?" deyince:
Kadı N.Hocamız cevabı yapıştırmış;
- " Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanamıyorsun ? ..."
Günün birinde bir komşusu bu tefeciden büyük kazanını emanet istemiş. Almış. İşini görmüş. İade ederken de içine bir küçük kazan koymuş. Sahibi emin olmak için sormuş.
- "Bu tencere ne?"
Komşusu; "Senin kazan doğurdu" deyince hemen sahiplenip tencereyi almış.
Birkaç zaman sonra komşusu yine büyük kazanı emanet istemiş ve almış. Kazanın sahibi aradan on - on beş gün geçtiği halde kazanının geri gelmediğini görünce, kazanını istemiş.
- "Kazan öldü" diye bir cevap almış. Hiddetlenmiş. Mahkemeye kadıya başvurmuş.
O sıralarda N. Hoca , Kadı'lık görevi yapmakta
imiş. Davalı ve Davacıyı dinledikten sonra :
- "Senin kazan, doğuran kazan olduğuna göre ölmesi de gerekir," diye hükmetmiş.
Adam hiddetle:
- "Hiç kazan ölür mü kadı efendi ?" deyince:
Kadı N.Hocamız cevabı yapıştırmış;
- " Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanamıyorsun ? ..."
Gizlisi - açığı
Bir kıtlık
zamanında Hoca'yı çarşıda ekmek yiyerek giderken görenler :
- "Hoca efendi, herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir?" demişler.
- "Hoca efendi, herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir?" demişler.
- "Komşusu
açken bol bol tıkınmanın gizlisi ayıp olmazsa açıkta yapılanı ne diye ayıp
olsun" demiş Hoca, " Komşusu açken tok yatmak, ya her zaman , her
yerde ayıptır, ya da hiç ayıp değildir."
Sen beğendin - ben doldurdum
Nasreddin
Hoca , "İnsanlar nefislerinin istediklerini düşünmeden yapmamalıdırlar.
Nefsinizin beğendiği her şey ahirette önünüze geldiğinde , ondan kaçmak,
kurtulmak isteseniz de kurtulamazsınız," diye bir vaaz etmiş.
Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği.
Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği.
Yolda
giderken konu yine nefsin istekleri ne gelmiş. Bir kısım köylüler :
- "Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır" gibi savunmaları biraz da Nasreddin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış.
- "Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır" gibi savunmaları biraz da Nasreddin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış.
Hoca,
eşeklerinin yoldan daha evvel geçmiş hayvanların pisliklerini koklamak için
durduklarını değerlendirmiş. Kokladığı pislikleri, hayvanının yem torbasına
doldurmağa başlamış.
Birkaç saat
sonra bir çeşme başında mola vermişler. Azıklarını çıkarıp yerlerken,
eşeklerinin başına da yem torbalarını takmışlar. Nasreddin Hoca'nın eşeği yem
torbası boynuna takılanca kısa bir süre güzelce koklayıp, sonra huysuzlanmağa
ve kafasını hızla sallayıp torbadan kurtulmağa uğraşınca :
- "Ne
huysuzlanıp, torbadan kurtulmağa çalışıyorsun?" demiş Hoca, "Sen
beğendin, ben doldurdum."
Görenler:
"Hocam bu çok yanlış. O hayvan bunu ne anlayacak." dediklerinde,
Nasreddin Hoca taşı gediğine koymuş :
-
"İnsanlar bir de kendilerine baksınlar!.. Bu dünyadan ahirete
hazırladıkları çıkınlarındakiler kendilerine orada ikram edilince ne
yapacaklar?"
Döve döve helva yediriyorlar
Konya
çarşısındaki helvacı dükkânlarının vitrinlerine iştahla bakan gariban adamın
biri, bir dükkân sahibinden biraz helva sadaka olarak vermesini istemiş.
Dükkâncı vermemiş. Garibanın canı da çok helva çekmiş. Dayanamayıp, dayak
yemeyi de göze alarak başka bir helvacı dükkânına girmiş. Bir lenger helvayı
önüne çekmiş ve hızla atıştırmaya başlamış.
Helvacı
adamın üstüne yürümüş;
- "Bre adam, sorup istemeden, parasını ödemeden böyle helva yenir mi?" demişse de adamın aldırmayıp atıştırmayı sürdürdüğünü gören helvacı, adama sille tokat girişmiş.
- "Bre adam, sorup istemeden, parasını ödemeden böyle helva yenir mi?" demişse de adamın aldırmayıp atıştırmayı sürdürdüğünü gören helvacı, adama sille tokat girişmiş.
Dükkânda
tesadüfen bulunan Nasreddin Hoca müşterilere doğru dönüp:
- "Şu Konyalı helvacılar ne iyi adamlar; parası olmayan garibana bile döve döve helva yediriyorlar." demiş.
- "Şu Konyalı helvacılar ne iyi adamlar; parası olmayan garibana bile döve döve helva yediriyorlar." demiş.
Enini boyuna uyduracaktı
Akşehir'e
gelen bir İranlı, sürekli palavra atarmış. Bir gün:
- "Bizim Isfahan'da Şahın iki yüz odalı, beş bin arşın boyunda sarayları var." diye söze başlamış, attıkça atmış.
- "Bizim Isfahan'da Şahın iki yüz odalı, beş bin arşın boyunda sarayları var." diye söze başlamış, attıkça atmış.
Dinleyenlerden
biri de karşılık vermek istemiş.
- "Bizim başkentimiz Bursa'da daha da büyük saraylar var. Bir de kaplıca yapıldı ki, boyu beş bin arşın..."
Tam o sırada başka bir İranlı içeri girip ;
- "Bursa'dan gelirem..." diye söze başlayınca :
- "Eni de elli arşın" deyivermiş.
- "Bizim başkentimiz Bursa'da daha da büyük saraylar var. Bir de kaplıca yapıldı ki, boyu beş bin arşın..."
Tam o sırada başka bir İranlı içeri girip ;
- "Bursa'dan gelirem..." diye söze başlayınca :
- "Eni de elli arşın" deyivermiş.
-
"Nasıl olur" diye karşı çıkmış İranlı, "eni boyuna uymadı."
Konuşmaları
dinlemekte olan Nasreddin Hoca :
- "Şu adam Bursa'dan gelmiş olmasaydı, bu adam kaplıcanın enini boyuna bir güzel uyduracaktı" demiş.
- "Şu adam Bursa'dan gelmiş olmasaydı, bu adam kaplıcanın enini boyuna bir güzel uyduracaktı" demiş.
Bu ayağını kaldıracaksın
Nasreddin
Hoca öğlen namazının sünnetini kılarken, önündeki cemaatten birinin paçasında
abdeste ( dolaysıyla namaza ) engel bir necaset görüyor.
Farzı
kıldırmak için mihraba doğru giderken, adama;
- "Bu ayağını havaya kaldır. Tek bacağının üstünde namaz kılacaksın" diyor.
- "Bu ayağını havaya kaldır. Tek bacağının üstünde namaz kılacaksın" diyor.
Adam
şaşkınlıkla :
- "Neden? hocam" deyince :
- "Neden? hocam" deyince :
Hoca , adama
paçasındaki necaseti göstererek :
- "Bak bu ayağının abdesti yok" diyor.
- "Bak bu ayağının abdesti yok" diyor.
Yalan olduktan sonra
Köylünün
birisi, diğer bir köylüden "10 kile buğday alacağı olduğunu" iddia
ediyormuş. Aslında böyle bir alacağı yokmuş ama adam bir yalancı şahit bulup,
mahkemeyi aldatıp, on kile buğdayı almayı planlıyormuş. Yalancı şahit ararken
Nasreddin Hoca "ben şahitlik yaparım" deyince adam pek sevinmiş. Öyle
ya Hoca şahit olunca, Kadı efendi kolaylıkla karar verebilir.
Mahkemede Kadı efendi Hoca'ya sormuş :
- "Bu adamın şu adamdan on kile buğday alacağı varmış. Ne diyorsun ?"
Nasreddin Hoca ;
- "Evet Kadı efendi. Bu adamın bu adamdan on kile arpa alacağı vardır" deyince adam atılmış;
- "On kile buğday diyecekti, dili sürçtü herhalde" demiş.
- "Yalan olduktan sonra ha buğday, ha arpa . Ne fark eder?" demiş Hoca.
Mahkemede Kadı efendi Hoca'ya sormuş :
- "Bu adamın şu adamdan on kile buğday alacağı varmış. Ne diyorsun ?"
Nasreddin Hoca ;
- "Evet Kadı efendi. Bu adamın bu adamdan on kile arpa alacağı vardır" deyince adam atılmış;
- "On kile buğday diyecekti, dili sürçtü herhalde" demiş.
- "Yalan olduktan sonra ha buğday, ha arpa . Ne fark eder?" demiş Hoca.
Keçiyi içeri al
Biri ,
Hocaya evinin darlığından, evindeki sıkıntıdan bahsederek çare söylemesini
ister.
Hoca adamı sükûnetle dinler :
- " Şimdi evine git. Keçiyi içeriye al" der.
Hoca adamı sükûnetle dinler :
- " Şimdi evine git. Keçiyi içeriye al" der.
Adam ,
ertesi gün yine Hoca'ya gelir.
- "Aman hocam keçiyi içeriye alınca sıkıntım azalacağına daha da arttı".der.
- "Aman hocam keçiyi içeriye alınca sıkıntım azalacağına daha da arttı".der.
Hoca Adamı
gene sükûnetle dinler ;
- " Şimdi evine git, tavukları da içeriye al" der.
- " Şimdi evine git, tavukları da içeriye al" der.
Adam, ertesi
gün yine Hoca'ya gelir.
- "Aman Hocam sıkıntım daha da arttı" der.
- "Aman Hocam sıkıntım daha da arttı" der.
Hoca gayet
soğukkanlı olarak:
- "Git ineğini de içeriye al" der.
- "Git ineğini de içeriye al" der.
Adam ertesi
gün yine Hoca'ya gelir.
- "Aman Hocam, sıkıntıdan patlayacağım" der.
- "Aman Hocam, sıkıntıdan patlayacağım" der.
Hoca
istifini bozmadan :
- "Bu akşam keçiyi evden çıkar" der.
- "Bu akşam keçiyi evden çıkar" der.
Ertesi gün
Hocaya tekrar gelir, biraz rahatladıklarını anlatır.
Hoca:
- " Bu gece tavukları da evden çıkar" der.
Hoca:
- " Bu gece tavukları da evden çıkar" der.
Adam ertesi
gün daha da rahatlamış olarak tekrar gelir.
Hoca :
- "Şimdi evine git, ineği de evden çıkar ve evini bir güzel temizle" der.
Hoca :
- "Şimdi evine git, ineği de evden çıkar ve evini bir güzel temizle" der.
Adam
denileni yapar ve çok rahatlamış bir şekilde, ertesi gün yine Hocayı ziyarete
gelir.
Artık evi kendisine çok bol gelmektedir. Hocaya teşekkürlerini sunar.
Artık evi kendisine çok bol gelmektedir. Hocaya teşekkürlerini sunar.
Sahuru da yemezseniz
Nasreddin
Hoca'nın, ailece oruç tutmayan bir komşusu varmış. Ama adam hep sahur yemeği
hazırlattırır, çocuklarını da sahura kaldırır, hep beraber yerlermiş.
Sonunda
karısı dayanamamış. Hocaya danışmaya gitmiş;
- "Bizde ne kocam, ne ben ne de çocuklardan oruç tutan kimse yok. Kocam ısrarla bana güzel yemekler yaptırıyor, hep beraber sahurda yiyoruz. Oruç tutmadığımıza göre ne diye her gece sahura kalkalım ?"
- "Bizde ne kocam, ne ben ne de çocuklardan oruç tutan kimse yok. Kocam ısrarla bana güzel yemekler yaptırıyor, hep beraber sahurda yiyoruz. Oruç tutmadığımıza göre ne diye her gece sahura kalkalım ?"
- "Öyle
konuşma hanım" demiş Hoca , "namaz kılmıyorsunuz, oruç tutmuyorsunuz,
sahur da yemezseniz Müslümanlığınız nasıl belli olacak !"
Henüz uykum yok
Nasreddin
Hoca bir köye konuk olmuş. Yatsı namazını kılmışlar. Biraz hoşbeşten sonra,
yatma zamanının geldiğini hatırlatmak için:
-
"Hocam, insan neden esner?" demişler.
Hoca:
- "Ya açlıktan, ya da uykusuzluktan" demiş. Kendini zorlayıp esnedikten sonrada eklemiş! "Amma benim henüz uykum yok."
- "Ya açlıktan, ya da uykusuzluktan" demiş. Kendini zorlayıp esnedikten sonrada eklemiş! "Amma benim henüz uykum yok."
Tembellik edeceğine çift sür
Nasreddin
Hoca sabah namazını kıldırmış evine gelmiş, Hanımına :
- "Hatun, ben azcık divanda uzanıp, sonra kalkıp çift sürmeye gideceğim, bir saat kadar sonra beni kaldır." Demiş.
- "Hatun, ben azcık divanda uzanıp, sonra kalkıp çift sürmeye gideceğim, bir saat kadar sonra beni kaldır." Demiş.
Bir saat
sonra Hanımı arada bir Hocaya seslenmiş. Bakmış hoca tembellik ediyor :
- "Efendi" demiş, "bugünkü uyuşukluğunla kaplumbağalar bile seni geçti."
- "Efendi" demiş, "bugünkü uyuşukluğunla kaplumbağalar bile seni geçti."
Hoca
hareketlenmiş, hazırlanmış, tarlaya varmış. İşe koyulmuş. Çift sürerken
pulluğun önünde bir kaplumbağa görmüş. Kımıldamadan öylece durup duruyor. Devam
etse kaplumbağayı canlı canlı toprağa gömecek.
Seslenmiş :
- "Hey kaplumbağa" demiş, "bakıyorum buraya benden evvel gelmeyi becermişsin; Amma, öyle tembellik edeceğine bana bak da çift sürmesini öğren !"
- "Hey kaplumbağa" demiş, "bakıyorum buraya benden evvel gelmeyi becermişsin; Amma, öyle tembellik edeceğine bana bak da çift sürmesini öğren !"
Kıyamet ne zaman kopacak
Nasreddin
Hoca'ya sormuşlar:
- "Kıyamet ne zaman kopacak ?"
- "Kıyamet ne zaman kopacak ?"
-
"Karım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet kopacak,"
demiş.
Mektubunuzu okur musunuz?
Nasreddin
Hoca, yazdığı mektupları eliyle götürür, kendisi okuduktan sonra alıcısına
teslim edermiş.
Bir gün,
- "Efendi" demişler, "mademki mektup yazıyorsun, ne diye onca zahmete katlanıp, gidip orada mektubunu sen okuyorsun ?"
Bir gün,
- "Efendi" demişler, "mademki mektup yazıyorsun, ne diye onca zahmete katlanıp, gidip orada mektubunu sen okuyorsun ?"
- "Ben
gitmezsem okumazlar. Mektuba da yazık olur. Baksanıza en önemli konu olan eceli
hakkında sık sık mektup alan insanoğlu, o mektupları okuyor mu? Son gününde
nasılda şaşırıyor!.."
Dostlar alışverişte görsün.
Nasreddin
Hoca ibadette ihlâsın önemini anlatır: "Huşu ile ibadetinizi yapın. Esas
kâr ondadır. Yoksa riya karışan ibadetle kâr değil, belki de zarar
edersiniz" diye vaazlarında anlatırmış. O kadar zahmete katlanıyorsunuz
kârlı çıkmalısınız dermiş.
Cemaattin
kayıtsızlığı karşısında bu hususu çarpıcı bir misalle onlara anlatmak istemiş.
Evlerden yumurtanın dokuzunu bir akçeye almış. Pazara götürüp, onunu bir akçeye satmış.
Evlerden yumurtanın dokuzunu bir akçeye almış. Pazara götürüp, onunu bir akçeye satmış.
- "Bu
ne biçim ticaret, Hoca !" demişler.
- "Bir
öteki satıcılara bakın, bir de bana" demiş, "amacım kazanmak değil,
yeter ki dostlar alışverişte görsün."
İki Arşın
Nasreddin
Hoca Valiyi ziyarete gitmiş. Valinin iki arşın ötesinde yer göstermişler.
Oturmuş. Biraz sohbetten sonra Vali sormuş :
-
"Hoca, Eşekle senin aranda ne fark var ?"
Hoca hiç
düşünmeden :
- "İki arşın" deyivermiş.
- "İki arşın" deyivermiş.
Hayvanlar kocaman mı?
Nasreddin
Hoca Konya'da gezerken büyük bir yapı görmüş. Durmuş, yapıyı seyrederken
binanın kapıcısı Hoca'ya sormuş :
- "Efendi, ne diye öyle bön bön bakıyorsun?"
- "Burası nedir? Anlamak istedim" demiş Hoca.
Kapıcı, alay etmek için :
- "Değirmen" demiş.
Nasreddin Hoca soruvermiş :
- "Bu değirmende çalışan hayvanlar da burası kadar kocaman mı?"
- "Efendi, ne diye öyle bön bön bakıyorsun?"
- "Burası nedir? Anlamak istedim" demiş Hoca.
Kapıcı, alay etmek için :
- "Değirmen" demiş.
Nasreddin Hoca soruvermiş :
- "Bu değirmende çalışan hayvanlar da burası kadar kocaman mı?"
Boğazından yakalayacağım.
Nasreddin
Hoca çaydan su almak için testisini daldırdığı sırada testi elinden kayıp derin
suyun dibini boylamış. Hoca yerinden kımıldamadan bir an öylece kalakalmış.
Oradan geçen bir tanıdığı sormuş:
- "Ne bekliyorsun Hoca ?"
- "Testi suya daldı da" demiş Hoca, "çıkınca
boğazından yakalayacağım."
Oradan geçen bir tanıdığı sormuş:
- "Ne bekliyorsun Hoca ?"
- "Testi suya daldı da" demiş Hoca, "çıkınca
boğazından yakalayacağım."
Kimin içinin yandığı belli
Nasreddin
Hoca'yı çok cimri komşularından birisi yemeğe çağırmış. Sofraya oturmuşlar. İki
kişilik servis için ortaya dört adet zeytin, iki haşlanmış yumurta, bir tutam
tuz, iki dilim ekmekle su getirmişler. Yemeğin üstüne bir kaşık bal ikram
etmeyi düşünen ev sahibi her nasılsa bal çanağını sofranın altına koymuş.
Bunu gören
Hoca, çanağı sofraya koyduğu gibi başlamış ekmeksiz atıştırmaya.
Ev sahibi
bakmış ki balı tükeniyor ;
- "Hocam" demiş, "ekmeksiz yersen için yanar."
- "Hocam" demiş, "ekmeksiz yersen için yanar."
Hoca aldırış
etmeyip balı yemeye devam ederken seslenmiş;
- "Kimin içinin yandığı belli."
- "Kimin içinin yandığı belli."
Hanım uyan
Nasreddin
Hoca, < komşu kadınların kendisini evlendirdiğini, karısının da hiç ses
çıkarmadığını> rüyasında görürken uyanıvermiş. Yanında uyumakta olan
karısını dürtüp uyandırmış :
- "Amma aldırışsız kadınsın yahu!" demiş, "kalk, komşu kadınlar beni evlendirip üstüne ortak getirecekler, sen halâ susuyorsun."
- "Amma aldırışsız kadınsın yahu!" demiş, "kalk, komşu kadınlar beni evlendirip üstüne ortak getirecekler, sen halâ susuyorsun."
Sen de haklısın.
Kadılık
yaptığı sırada Nasreddin Hoca'ya bir adam gelip başından geçen bir olayı
anlatmış. Giderken sormuş :
- "Haklı değil miyim Hocam ?"
- "Haklı değil miyim Hocam ?"
-
"Haklısın," demiş Hoca.
Biraz sonra
başka biri gelmiş, aynı olayı kendi yorumuna göre anlatmış. Sonra sormuş:
- "Haklı değil miyim Hocam ?"
- "Haklı değil miyim Hocam ?"
Ona da :
- "Haklısın," demiş Hoca.
- "Haklısın," demiş Hoca.
Adam
gittikten sonra karısı içerden seslenmiş :
- "Efendi ikisine de haklısın dedin, birisi haksız olmalı değil mi ?" dediğinde;
- "Efendi ikisine de haklısın dedin, birisi haksız olmalı değil mi ?" dediğinde;
- "Sen
de haklısın Hanım" demiş Hoca.
Soyaçekim mi ?
Üç yıllık
evli bir hanım hamile kalamamış. Kaynanası ile kocası gelini ve gelinin anasını
suçlayıp duruyorlar, sanki kabahatin gelinde olduğunu kesinlikle biliyorlarmış
gibi her gün söyleniyorlarmış.
Bir gün
kaynanası gelini almış, Nasreddin Hoca'ya götürmüş :
- "Hoca efendi, gelinimin üç yıldır çocuğu olmuyor. Nerden bu aileden kız aldık! Muska mı yazarsınız? dua mı okursunuz? derdimize bir çare bulun" diye hiddetlice söylenmiş.
- "Hoca efendi, gelinimin üç yıldır çocuğu olmuyor. Nerden bu aileden kız aldık! Muska mı yazarsınız? dua mı okursunuz? derdimize bir çare bulun" diye hiddetlice söylenmiş.
Hoca, üzüntü
içinde olan geline dönmüş :
- "Kızım, soyuna çekmiş olmayasın? Acaba anan da mı çocuksuzdu?"
- "Kızım, soyuna çekmiş olmayasın? Acaba anan da mı çocuksuzdu?"
Ver cüppesini, al semerini
Nasreddin
Hoca'nın köyünden bir adam, eşeğiyle bahçesine doğru giderken çalılıkların
önünde durmuş. Eşeğini de bir ağaca bağlamış. Abasını çıkarıp eşeğin semerinin
üzerine koymuş. Abdest bozmak için kuytu bir yere gitmiş. O sırada birisi abayı
alıp kaçmış.
Adam geri döndüğünde abasının yerinde yeller estiğini görünce, eline bir sopa alıp, eşeğini hem acımasızca dövüyor, hem de kötü kötü söyleniyormuş.
O sırada bahçesine gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş, Adama;
- "Dur bakalım" demiş, "Ben şimdi ona gösteririm."
Hemen eşeğin semerini indirip yere koymuş. Yularını çözüp boynuna sarmış. Eşeğe kuvvetli bir sopa yapıştırarak;
- "Sana semer memer yok, getir sahibinin abasını, al semerini." Demiş.
Adam geri döndüğünde abasının yerinde yeller estiğini görünce, eline bir sopa alıp, eşeğini hem acımasızca dövüyor, hem de kötü kötü söyleniyormuş.
O sırada bahçesine gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş, Adama;
- "Dur bakalım" demiş, "Ben şimdi ona gösteririm."
Hemen eşeğin semerini indirip yere koymuş. Yularını çözüp boynuna sarmış. Eşeğe kuvvetli bir sopa yapıştırarak;
- "Sana semer memer yok, getir sahibinin abasını, al semerini." Demiş.